İsmail Heniye Tahran’da bir suîkast neticesinde şehit edildi. İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın kutlama törenlerine katılmak için Tahran’daydı. Bu suikast, Beyrut’ta Hizbullah’ın en yüksek rütbeli komutanlarından birisi olan ve şu ana kadar ölüp ölmediği kesinliğe kavuşmamış olan Fuad Şükrü’ye karşı yapılan saldırıdan hemen sonra gerçekleşti. (Muhtemelen o da hayâtını kaybetti). Bu cinâyetlerin fâilinin İsrâil olduğu, tartışmaya meydan vermeyecek kadar âşikâr. Ama bu kadarla yetinmek resmi
İsmail Heniye Tahran’da bir suîkast neticesinde şehit edildi. İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın kutlama törenlerine katılmak için Tahran’daydı. Bu suikast, Beyrut’ta Hizbullah’ın en yüksek rütbeli komutanlarından birisi olan ve şu ana kadar ölüp ölmediği kesinliğe kavuşmamış olan Fuad Şükrü’ye karşı yapılan saldırıdan hemen sonra gerçekleşti. (Muhtemelen o da hayâtını kaybetti).
Anlaşılıyor ki, içeride ve Gazze’de sıkışan Netanyahu’nun savaşı büyütmekten ve İran ile kesin bir hesaplaşmayı başlatmaktan başka bir çâresi kalmadı. Bu, tıpkı köpekbalıklarının durumuna benziyor. Bu yırtıcılar için çekilmiş belgesellerden herhangi birini seyretmiş olanların kolaylıkla bilebileceği üzere, köpekbalıkları hayat boyu hareket etmek, yüzgeçlerini çalıştırmak zorunda. Eğer dururlarsa ölüyorlar. Netanyahu da, sıkışmışlığı içinde aynı şeyi yapmak zorunda. Eğer durursa, İsrâil’e ne olur bilmem ama kendisinin biteceği âşikâr. Onun için kimse Gazze’de bir ateşkes beklemesin. Buna Çin’in büyük diplomatik zaferi gibi ilân edilen, FKÖ ile HAMAS’ı uzlaştırdığı söylenen gayretleri de dâhil. Savaş durmayacak; dahası büyüyecek. Gazze’de, neredeyse bir sene geçmesine rağmen istediğini elde edemeyen Netanyahu ve siyonist-faşist kadroların savaşı yaymaktan başka çâresi kalmadı. Lübnan, Sûriye ve Irak toprakları doğrudan bu savaşın yayılma sâhasına işâret ediyor.
Tabiî ki bizim için başta gelen husus, Türkiye’nin bu senaryoda nelere muhatap olacağı. Türkiye, artık kâğıt üzerinde kaldığı belli olan NATO üyeliğini, eğreti bir şekilde devâm ettiriyor. Sâhadaki gelişmeler ise tam aksini söylüyor. CENTCOM’un PKK desteği artarak devâm ediyor. Dedeağaç’tan başlayarak, Doğu Akdeniz’de, ABD ve başta Fransa olmak üzere AB güdümlü bir muhasara altındayız. İsrâil-Yunanistan-Güney Kıbrıs ittifâkı bu muhasaranın açık unsurları. Arap dünyâsı ile ilişkiler henüz istenen seviyede düzelmiş değil. Sûriye’de İran ve Rusya ile karşı safta yer alıyoruz... Avrupa’da başlamak üzere olan sağ popülizm sağanağı, Rusya-Ukrayna savaşında tâkip ettiğimiz tarafsızlık siyâsetini görece rahatlatabilir. Ama bu sağanağın ciddî bir oranda İsrâil yanlısı olduğunu unutmamak gerekiyor. (“Dostumuz” Macar Orban’ın bu husustaki açıklamalarına bakınız). Kafkasya’da ise Ermenistan hâlâ barış anlaşmasını imzâlamadı. NATO, gövdesiyle Ermenistan’a giriyor. Orada da İran ile farklı konumlardayız. Ama en kritik husus, “can kardeşimiz” Azerbaycan ile İsrâil’in derin yakınlığı.